1879 yılının soğuk bir kış gününde, Kentucky'de, annesi Louise'in zor geçen doğumu sonrası Peter'a sevindirici haberi getirdi kabilelerinin şifacısı; doğum zor fakat başarılı geçmişti. Kabilede herkesin yüzünü güldüren bu haber kutlanırken babası Peter oğlunu büyük bir hevesle kucağına aldı, gözlerine baktı ve ismini fısıldadı: “Oğlum, senin adın Rey, Rey Helsinki.” Rey bu ailenin en küçüğüydü. Çocukluğu oldukça neşeli, eğlenceli geçmişti Rey'in. Kabilenin "pihisoʔai kwihnai" yani "Kızgın Kartal"ı olarak bilinen Peter, ailesine, özellikle çocuklarına çok düşkündü. Rey'in en büyük şanslarından birisi, kabilenin en iyi avcılarından birinin oğlu olarak doğmasıydı. Babası Peter'dan kabilesine yakışır avcı olmayı, annesinden ise bitkilerin kullanımını öğreniyordu çok büyük bir hevesle. Kabilesinde Rey'in iki büyük abisi her zaman başarılarından söz ettiren kişilerdendi. Abileri Rey'e ok ve yay kullanımını, gerektiği zaman kendini doğada nasıl hayatta tutacağını her geçen gün detaylarıyla öğretiyordu. Ablası ise kabilelerinin şifacılarından biriydi. Her ne kadar Rey'in şifacılığa ilgisi olmasa da, ablası elinden geldiği kadar bilgilerini Rey'e aktarıp kendi tedavisini yapmayı öğretiyordu. Fakat Rey maalesef sadece bu konuda ablasını memnun edemiyordu.
Bir sabah annesi Louise'in seslenişiyle yataktan yavaşça doğruldu Rey. Annesi dikkatlice baktı oğluna ve: “Zamanı geldi Rey, kendini kanıtlamanın zamanı geldi,” dedi. Anlamıştı Rey, abilerinin, babasının, arkadaşlarının sürekli bahsettiği o büyük test artık Rey'i bekliyordu. Kabilenin geleneği gereği kabilede herkes üç büyük teste tabii tutulurdu:
Çok yorgun fakat istikrarlı bir şekilde kamp alanına giren Rey, hızlıca babasına doğru koştu, babasına sarıldı ve gözlerinin içine baktı: “Ben senin oğlunum Peter, Rey, Rey Helsinki.” Babası Rey'in yüzüne baktı, kahkaha atarak: “Seninle gurur duyuyorum Rey,” diye bağırdı. Bunu duyan Louise ve kamptaki neredeyse herkes çadırlarından çıktı ve hepsi Rey'in etrafına toplandı. Minik, beyaz kurdu kucağına alan Rey ateşin başına yaklaştı, çantasından aldığı Grizzly ayısına ait bir parça eti ve deriyi ateşin başına bıraktı, annesine doğru döndü ve gülümsedi. Artık Rey kabilenin Beyaz Kurt'u olarak biliniyordu. Bu yolculuk ona hem isim, hem de bir arkadaş katmıştı.
Kabilesinde çok güzel bir çocukluk geçiren Rey maalesef kendisini bekleyen ikinci büyük sınavdan habersizdi: Büyük Göç... Bu göç çok fazla kabilenin dağılmasına neden oldu ve maalesef Rey bu göçte ailesini, arkadaşlarını ve kabilesinde tanıdığı herkesi kaybetti. Babası her zaman Rey'e şöyle derdi: “Bir gün hepimiz bu topraklara karışacağız Rey, annen, baban, abilerin, ablan, hatta bu gördüğün kabile. Ama unutma, sen bir Komanche'sin ve her Komanche kendi yolunu çizerek kaderine yön verebilir.Annesi Rey'den kuzenlerini bulmasını, ailesinden kalan son kişilerle kabilenin soyunu devam ettirmesini istedi. Annesi kollarında can verirken Rey'in elinden bir şey gelmiyordu. Yapabildiği tek şey, annesini onaylamak ve son isteğini yerine getirmeye söz vermekti. Yavaşça doğruldu, ellerinin tersiyle göz yaşlarını temizledi, yanına tek canlı kalan dostu Beyaz Kurdu aldı, atına bindi ve ailesinin, arkadaşlarının cansız bedenlerinin arasından hızlıca kaçtı, üzerine mermi ve oklar yağarken. Kamp alanından çıkar çıkmaz yola koyuldu Rey. İlk molasını şehirde, yani Saint Danis'te verdi. Rey için şehir çok uçuk, uzak bir yerdi; etrafı korkak ama meraklı gözlerle inceliyordu sürekli. Buradaki insanların ona yaklaşımı ve farklı bakışları Rey'i oldukça üzdü, fakat hızlıca adapte oluyordu. İnsanların davranışlarını ve yapılarını inceleyerek onlar gibi davranmaya başladı. İnsanların ona karşı yaklaşımının düzeldiğini fark etti. Avlanarak geçimini sağlarken aynı zamanda, iyi avcı olduğu için etrafındaki insanlar ondan ok ve yay kullanmayı öğreniyordu. Etrafını saran insanların ondan bir şeyler öğrenerek ona karşı daha iyi yaklaşımı Rey'i mutlu ediyordu. İnsanlara avlanmayı ve dövüş tekniklerini öğrettikçe, insanlardan düzgün diksiyonu, davranışları ve insan ilişkilerini öğreniyordu. Böylece çoğu yeri gezip keşfetme fırsatı buldu. Etraf kasabaları gezdikten sonra Valentina'ya gelen Rey, buradaki insanların daha sıcak kanlı olduğuna kanaat getirdi. Kasabayı ve insanları daha yakından tanımak için sık sık kasabaya uğrama kararı aldı. Artık buradaki insanlar ve etrafını keşfederek kasabaya adapte olmaya başlamıştı.
Bir sabah annesi Louise'in seslenişiyle yataktan yavaşça doğruldu Rey. Annesi dikkatlice baktı oğluna ve: “Zamanı geldi Rey, kendini kanıtlamanın zamanı geldi,” dedi. Anlamıştı Rey, abilerinin, babasının, arkadaşlarının sürekli bahsettiği o büyük test artık Rey'i bekliyordu. Kabilenin geleneği gereği kabilede herkes üç büyük teste tabii tutulurdu:
- Sabır Testi: İki gün boyunca yürüyerek sadece baltayla bir hayvan avlayıp sırtında kampa getirmelisin.
- Cesaret Testi: Bir Grizzly ayısına meydan okuyacaksın ve o cesaretini test edecek. Eğer hayatta kalırsan, testi başarıyla tamamlarsın.
- Sadakat Testi: Big Valley'den Hagen Dağı'nın tepesine kadar gidecek ve bir ateş yakarak geri döneceksin.
Çok yorgun fakat istikrarlı bir şekilde kamp alanına giren Rey, hızlıca babasına doğru koştu, babasına sarıldı ve gözlerinin içine baktı: “Ben senin oğlunum Peter, Rey, Rey Helsinki.” Babası Rey'in yüzüne baktı, kahkaha atarak: “Seninle gurur duyuyorum Rey,” diye bağırdı. Bunu duyan Louise ve kamptaki neredeyse herkes çadırlarından çıktı ve hepsi Rey'in etrafına toplandı. Minik, beyaz kurdu kucağına alan Rey ateşin başına yaklaştı, çantasından aldığı Grizzly ayısına ait bir parça eti ve deriyi ateşin başına bıraktı, annesine doğru döndü ve gülümsedi. Artık Rey kabilenin Beyaz Kurt'u olarak biliniyordu. Bu yolculuk ona hem isim, hem de bir arkadaş katmıştı.
Kabilesinde çok güzel bir çocukluk geçiren Rey maalesef kendisini bekleyen ikinci büyük sınavdan habersizdi: Büyük Göç... Bu göç çok fazla kabilenin dağılmasına neden oldu ve maalesef Rey bu göçte ailesini, arkadaşlarını ve kabilesinde tanıdığı herkesi kaybetti. Babası her zaman Rey'e şöyle derdi: “Bir gün hepimiz bu topraklara karışacağız Rey, annen, baban, abilerin, ablan, hatta bu gördüğün kabile. Ama unutma, sen bir Komanche'sin ve her Komanche kendi yolunu çizerek kaderine yön verebilir.Annesi Rey'den kuzenlerini bulmasını, ailesinden kalan son kişilerle kabilenin soyunu devam ettirmesini istedi. Annesi kollarında can verirken Rey'in elinden bir şey gelmiyordu. Yapabildiği tek şey, annesini onaylamak ve son isteğini yerine getirmeye söz vermekti. Yavaşça doğruldu, ellerinin tersiyle göz yaşlarını temizledi, yanına tek canlı kalan dostu Beyaz Kurdu aldı, atına bindi ve ailesinin, arkadaşlarının cansız bedenlerinin arasından hızlıca kaçtı, üzerine mermi ve oklar yağarken. Kamp alanından çıkar çıkmaz yola koyuldu Rey. İlk molasını şehirde, yani Saint Danis'te verdi. Rey için şehir çok uçuk, uzak bir yerdi; etrafı korkak ama meraklı gözlerle inceliyordu sürekli. Buradaki insanların ona yaklaşımı ve farklı bakışları Rey'i oldukça üzdü, fakat hızlıca adapte oluyordu. İnsanların davranışlarını ve yapılarını inceleyerek onlar gibi davranmaya başladı. İnsanların ona karşı yaklaşımının düzeldiğini fark etti. Avlanarak geçimini sağlarken aynı zamanda, iyi avcı olduğu için etrafındaki insanlar ondan ok ve yay kullanmayı öğreniyordu. Etrafını saran insanların ondan bir şeyler öğrenerek ona karşı daha iyi yaklaşımı Rey'i mutlu ediyordu. İnsanlara avlanmayı ve dövüş tekniklerini öğrettikçe, insanlardan düzgün diksiyonu, davranışları ve insan ilişkilerini öğreniyordu. Böylece çoğu yeri gezip keşfetme fırsatı buldu. Etraf kasabaları gezdikten sonra Valentina'ya gelen Rey, buradaki insanların daha sıcak kanlı olduğuna kanaat getirdi. Kasabayı ve insanları daha yakından tanımak için sık sık kasabaya uğrama kararı aldı. Artık buradaki insanlar ve etrafını keşfederek kasabaya adapte olmaya başlamıştı.